Birleşik Krallık’taki Farklı Kimliklerin Tarihsel Serüveni

Uluslararası Politikada Azınlıklar dersinde belirli konulardan biri seçilerek sunum yapılıyor. Ben de 29 Nisan Salı günkü derste yapacağım “İngiltere: Ayrımcılık ve Irkçılıkla Mücadele Yoluyla Azınlıkların Korunması” başlıklı sunuma hazırlanıyorum. Bu hazırlık sırasında araştırdığım Britanya’daki kimliklerin/farklılıkların tarihsel oluşum süreci oldukça ilgi çekici geldi ve azınlık sorunlarının çözümü açısından bazı yararlı çıkarımlara da kapı aralıyordu. Bu nedenle sunumun küçük bir kısmında anlatacağım bir-iki dakika ile geçiştirmek istemedim. Böylece Britanya ve barındırdığı farklı kimliklerin tarihi ile ilgili bu özet ortaya çıktı.[1]

İyi okumalar..

Birleşik Krallık’taki Farklı Kimliklerin Tarihsel Serüveni

Birleşik Krallıkta yerel Halk Keltlerdir ve şu anda Galler ve İskoçya’da kendi dillerini koruyarak yaşarlar.

Britanya, Roma döneminde M.S. 3-5 yüzyıllar arasında Germen kavimlerinden Angılların ve Saksonların, 9. yüzyılda Fransızca konuşan Vikingler’in (Normanlar) istilasına uğradı. Normanlarla birlikte kurulan feodal sistem ile uzun bir tarihi süreçle İngiltere krallığı 15-16. Yüzyıllara gelindiğinde Avrupa siyasetinde etkili güçlü bir siyasal yapı halini aldı.

Bu arada kimlikleri derinden etkileyen ilginç bir ailevi olay yaşandı. İngiltere Kralı, Tudor hanedanından VIII. Henry’nin, eşi Catherine ile evliliğinden 6 çocuğu oldu ama sadece Prenses Mary hayatta kaldı. Kral evliliklerinin lanetli olduğunu öne sürerek boşanmak istedi, tabi bunda Anne Boleyn’e âşık olmasının da etkisi vardı. Papa ve ayrıca Catherine hanımın yeğeni meşhur imparator Şarlken (V. Karl) buna karşı çıktı. Sonuçta VIII. Henry İngiliz reformu ile Roma Katolik Kilisesinden ayrılarak Anglikan Kilisesini kurdu. Böylece siyasal ayrılığın yanında kimliksel farklılıkların da temellerinden biri ortaya çıktı. İngilizler artık Katolik değildiler. Peki, aileye ne oldu? Duymak istemezsiniz.

1536’da Galler ile İngiltere birleşti. İngiltere, İskoçya ve İrlanda krallıkları 1603’te İskoç Kralının kişisel liderliğinde birleşseler de bu uzun sürmedi, 17.yy. ortalarında aralarında iç savaş yaşandı. 1706’da İskoçya ile Birlik Anlaşması imzalanarak 1707’de Büyük Britanya Krallığı kurulmuş oldu. Bu birleşmenin zora dayalı olmayışı her zaman için İskoç kimliğini Birleşik Krallık içerisinde diğerlerinden daha ayrıcalıklı kılacaktır.

Britanya’nın başat güç pozisyonuna yükseldiği emperyalist süreçte “farklılıkların zenginlik olarak ve eşdeğer olarak görülmesi,” gibi masumane bir yaklaşım görülmüş değildir. Denizaşırı kolonilere sahip Britanya 1807’de köle ticareti yasaklanıncaya kadar 18.yy. boyunca Afrika’dan Batı Hindistan’a 2 milyon kadar köle taşımıştır.

17.yy.’da Britanyalılık kimliğini besleyen olgulardan biri de sosyal darwinizme, yani güçlü ve sağlıklı olanın hayatta kalma meşruiyetine dayanan emperyal “uygarlaştırma misyonu”dur. Bu çerçevede Asya ve Afrika kökenlilere yönelen ırkçılık derecesindeki ötekileştirme, Britanya’nın içindeki “ötekileri” birleştiren bir unsur olmuştur.

Britanya için Anglikan Kilisesi de 1800’lere kadar birleştirici bir unsur olmuştur. Özellikle Katolik Avrupa ile yapılan savaşlar Gal ve İsveç kimliğinden çok Protestan kimliğinin öne çıkmasında rol oynamıştır.

Fakat aynı savaşlarda Avrupa’daki hasımların Katolik İrlanda ile ittifak ihtimali Britanya’nın İrlanda adasına ilgisini yoğunlaştırmasına sebep olarak dinsel bir farklılığın siyasal sınırlar içerisine alınmasının gerekçesi de olmuştur. İskoç kralın liderliğinde İrlanda dahil üç krallığın 1603’te birleştiğini fakat uzun sürmediğini belirtmiştim. İşte bu dönemden itibaren İrlanda’nın Kuzeyine Britanya’dan Protestan nüfus göç etmiş ve Katolik İrlandalıların verimli topraklarına yerleşmişlerdir. Farklı kimliklerin birbirlerini ötekileştirmesine referans olan tarihi olayların başlangıcı budur. 1690’da Katolik İrlanda fiilen Protestan Britanya tarafından yönetiliyordu. Dinsel farklılığa da dayanan yönetsel olumsuzluklara karşı ayaklanmalar ve bunlara yapılan sert müdahaleler karşılıklı olarak kimliklerin ötekileştirilmesini güçlendirdi. Avrupa’nın dinsel çatışma içinde olduğu dönemde hem ekonomik hem mezhepsel çatışma temelleri olan bir ada 1801’deki Birleşme Anlaşması ile resmen Britanya’ya katıldı. Devletin resmi adı Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı oldu.

Avrupa’da imparatorluklar 1815’te ulusçuluğa karşı ittifak etseler de tutunum ideolojisi din olmaktan çıkıyordu. Buna rağmen İrlanda’da dinsel farklılığın vurgulanışı azalmamış, ulusçu propagandaya eklemlenerek burada Britanyalı kimliğini zayıflatmıştır.

Bununla beraber, Kıta Avrupa’sında milliyetçiliğin yükselişi dönemine gelindiğinde Britanya parlamenter sistemle siyasal merkezi kurmuş bulunuyordu ve üstelik sanayi devriminin öncüsüydü. Sanayi devriminin öncüsü olmanın getirdiği fark, sosyal mobilizasyon süreçlerine olanak sağlanması ile milliyetçiliğin ayrılıkçılıktan ziyade asimilasyon için araç olabilmesidir.

Nitekim farklı bölgelerdeki burjuvanın ve çıkarlarının iç içe geçmesi ile ayrılıkçılığın önlenmesine çalışması da sosyal mobilizasyonun sonucudur. Osmanlı Diplomasi Tarihi dersinden hatırlarsınız, Bulgaristan’ın bağımsızlığı sürecinde Bulgar burjuvazisi Osmanlı merkezi ile tam bir ayrılmayı istemiyor sadece özerk olmayı tasvip ediyordu. Çünkü İstanbul’da siyasi ve ticari güç ilişkilerinin içerisinde önemli konumları vardı. İşte buna benzer bir durum Britanya’daki İskoç burjuvazisi için geçerliydi. Sanayinin merkez-çevre ilişkisinde çevre konumda olsalar da Londra merkezindeki sanayide, ticarette ve parlamentoda yer edinmişlerdi. Bu durum İskoç kimliğinin ulus kavramı üzerinden vurgulanmasını baskılayan bir unsur olmuştur. (Günümüzde de küreselleşmeden faydalanan çok uluslu şirketlerin istikrarsızlıktan görecekleri zararı önlemek için ayrılıkçılığın önlenmesine çalışması beklenebilir.)

19.yy. ana akımı içinde ulusal kimlikler gelişirken İrlanda’da Kelt kimliğini Anglikanlaşma karşısında koruma isteği de ortaya çıktı. Bu arada İrlanda’da yaşanan kıtlık özellikle Amerika’ya göçe ve dolayısıyla İrlandalı diasporaya neden oldu. Ayrıca kıtlığın yönetimi de ayrımcılıkla yorumlandı. İrlanda milliyetçileri siyasal ve silahlı örgütlenmeler ortaya çıkardı, diasporadan destek aldı. Ayaklanmalar toplumsal hafızayı biçimlendirdi ve toplumlar düzeyinde çatışmalar yaşandı.

Beslendiği kaynak ve tecrübe Birleşik Krallığın diğer ülkelerinden farklı olsa da İrlanda’nın güçlü ulusçuluğu Galler ve İskoçya’da da gözlenip örneklenerek Britanyalı kimliğini zayıflatmış ve farklılık algısını artırmıştır.

Tarih boyunca, farklı kültürel gruplar barındıran merkez güçlerde gözlenen farklı halkların birlikteliği anlayışından kaynaklanabilir ya da Britanya’nın iç siyasi tarihinin Kıta Avrupası’ndan uzak biçimlenmesinden, ama gerçek şu ki Britanya’da keskin bir Britanyalı ulusal kimliği inşasına girişilmemiştir. Bu da merkezkaç kimliklerin Kıta Avrupası’na nazaran daha az asimile olmasının nedenidir. Bu dönemde bir bakıma Osmanlı’nın ulusçuluk karşısındaki -İttihatçıların Türkçülüğüne kadarki- durumunu korumuştur Birleşik Krallık.

Britanyalılık, monarşiye ve parlamentoya sadakat, vatandaşlık ve vatanseverliğe dayanıyordu. Bu siyasal çerçevenin dışında kalan alanda ulusal kimliklere yer vermekten kaçınmayan bir ulus-inşa süreci yaşanmıştır.

20.yy.ın başında ülkedeki tüm kimlikler için Britanya idaresi altında olmak 19.yy.daki sistemin lideri Britanya’nın idaresi altında olmak gibi algılanmıyordu. Sömürgecilik karşıtı tartışmalar Londra’nın çevresi konumundaki her bölgeyi etkiliyordu.

20.yy. Britanya’nın kapsadığı kimlikler açısından oldukça hareketliydi. Bu nedenle özellikle İrlanda, Galler ve İskoçya bölgelerindeki gelişmeleri artık ayrı başlıklarda takip etmekte yarar var.

İrlanda

20.yy’a kadarki tarihi en fazla soruna temel olan İrlandalı kimliği hâlihazırda siyasallaşmış bulunuyordu. Burada 20.yy.’ın başında “home rule” tartışmaları başladı. Home rule, bölgesel yetki devrini ifade ediyordu. 1912 İrlanda Home Rule Yasası 1914’te yürürlüğe girdi. İrlanda’da bu yasanın tartışıldığı süreçte özellikle Kuzeyde yoğunlaşan Protestanlar güvenlik kaygısı hissettiler çünkü sayıca azınlık oldukları adada artık egemenlik unsuru bakımından da azınlık olacaklardı. Onlar da örgütlenip silahlandılar. Siyasi örgütlenmeleri Birlikçilik vurgusu, kimlikleri de Kelt veya İrlandalı değil Britanyalı vurgusu taşıyordu.

1916’daki ayaklanma İrlanda’da iki tarafı da keskinleştirdi. I.D.S.ndan çıktığında Birleşik Krallık baskıyı maliyetli buldu. 1920 İrlanda Hükümeti Yasası ile 32 ilden oluşan İrlanda ikiye bölündü. Güneyde kalan 26 ilde Birleşik Krallığa bağlı iç işlerinde serbest olan Serbest İrlanda Cumhuriyeti kuruldu. Biri Dublin’de diğeri Belfast’ta iki parlamento kuruldu. Aralık 1921 Britanya-İrlanda Anlaşmasıyla Britanya Uluslar Topluluğuna (Commonwealth) bağlı özerk Serbest İrlanda kuruldu. Bu anlaşma ile İrlanda Kuzey-Güney bölünmesini kabul etmiş oluyordu.

Kuzey İrlanda’da Katolikler önceden sadece egemenlik şartı bakımından azınlık sayılırlardı, bölünme sonucu Güneydekilerin bu durumu sona ererken Kuzeydeki Katolikler öncekine ek olarak artık sayı şartı bakımından da azınlık oldular.

II.D.S. sonrası ortamda 1949’da Serbest İrlanda Cumhuriyeti Britanya Uluslar Topluluğundan ayrılarak bağımsız oldu. 1949 İrlanda Yasası ile Britanya bağımsızlığı tanıdı. Yeni cumhuriyete yabancı bir ülke olarak davranılmayacağını vurguladı. K. İrlanda’nın ise Britanya’nın özerk parçası olduğunu yineledi.

K. İrlanda’da Katolik muhalefeti bastırmak için birçok yasal-polisiye araç kullanıldı. Tahmin edileceği üzere bu durum, zaten siyasallaşmış ve silahlanmış azınlık bakımından sorunu daha da büyüttü. 1970’te yerel güçler yerine Britanya Ordusu bölgeye el attı. Çatışma azalmadı. 30 Ocak 1972’de Kanlı Pazar adıyla bilinen olayda 14 silahsız sivilin ölümü, şiddeti mücadelenin merkezine yerleştirdi.

İrlanda Cumhuriyetinde milliyetçilik şişeden çıkalı çok olmuştu ve artık Kuzey ile birleşme için çalışıyordu. Bu gibi sorunlara rağmen 1973’te Birleşik Krallık ve İrlanda Cumhuriyeti AET çatısına girdiler.

1985’te Britanya ve İrlanda yerel tarafları By-Pass ederek bir anlaşma imzaladı. 1985 Britanya-İrlanda Anlaşmasında kimliklerin korunması, insan haklarının sağlanması, ayrımcılığın önlenmesi vurgusu vardı.

1993 Downing Street Deklarasyonu Britanya’nın ve İrlanda’nın K. İrlanda’ya ilişkin durumlarını netleştirdiği, barışı teşvik eden bir adımdı.[2]

Yerel tarafları da içeren zorlu diyalog süreçleri yaşandı. 1998’de önce Kuzey İrlanda Yasası ile farklı dinsel gruplara mensup bireyler arası ayrımcılığın önlenmesi ve fırsat eşitliğinin geliştirilmesi öngörüldü ve K. İrlanda Eşitlik Komisyonu Kuruldu.

10 Nisan 1998’de çatışmaları genel olarak sona erdiren Hayırlı Cuma Anlaşması imzalanarak yeni bir düzen kuruldu. Kültürel haklar konusunda garantiler içeren anlaşma ile İrlanda Cumhuriyeti ile K.İrlanda’nın yerel hükümeti arasında, yine İrlanda C. ile Birleşik Krallık hükümeti arasında düzenli olarak toplanacak Bakanlar Konseyi kuruldu. IRA’nın silah bırakması ise 2005’i buldu.

K. İrlanda’nın günümüzdeki durumunu sunumlarda ele alacağız.

Galler

20.yy.ın başında İrlanda için başlayan “home rule” tartışmaları ile beraber Anglikan kilisesi karşıtlığı ve Gal dilinin korunması isteği Gal kimliğini siyasallaştırdı. Britanya hükümeti bunu kontrol altında tutmak ve sosyal gerginliği yatıştırmak adına monarşinin sembolik değerini kullandı. 1911’de Kralın oğlunun Galler prensi ilan edildiği bir tören düzenlendi. Tören Galce ve İngilizce yürütüldü ve Galler halkı Kelt uluslarından biri olarak kabul edildi.

Bölgesel yetkiler zamanla artırıldı. İşçi partisinin popülistliği sonucu 1978’e gelindiğinde Galler Yasası ile Galler için de home rule referandumu yapıldı ancak hayır çoğunluğu ile sonuçlandı. Galler’de home rule İskoçya ile aynı zamanda 1997 Galler Yasası ile yürürlüğe girdi. 90’larda işleyen Galler ile ilgili bakanlığın yetkileri yerel parlamentoya devredildi.

Yine Galler’in günümüzdeki durumunu sunumlarda ele alacağız.

İskoçya

Daha önce de belirttiğimiz gibi İskoçya her zaman İrlanda ve Galler’den daha fazla yerel yetkiye sahip olmuştur çünkü işgale değil gönüllü uzlaşmaya, hanedan akrabalığına dayanarak Birleşik Krallığa dahil olmuştu. Bununda etkisiyle 19.yy. boyunca kimliğini korudu, işçi hareketleri ile de paralel olarak 20.yy.da siyasallaştı.

İskoçya için ekonomik bağlamda bir özel bir durum meydana geldi. 1960’larda Kuzey Denizinde bulunan petrolün İngiltere faydasına kullanılmasına olan karşıtlıkla ekonomik milliyetçilik ulusal kimliği güçlendirdi.

1997’de İskoçya Yasası ile yapılan home rule referandumunda iki soru vardı: biri parlamento kurulması, diğeri vergi yetkisinin tanınması. Vergi yetkisi 2/3 evet çoğunluğu alamadı. Bugün güçlü olan istek de bağımsızlıktan ziyade o zaman elde edilemeyen vergi yetkisidir.

İskoçya’nın yerel parlamentosu ve başında “first minister” ünvanlı bir başbakanı bulunan hükümeti mevcut. Bu yönetimin devredilen, paylaşılan ve denetimli olan yetkiler olmak üzere üç kategoride yetkileri var.

Home Rule ve Kimliğe Etkisi

1997 İskoçya ve Galler Home Rule yasaları ve 1998 Hayırlı Cuma Anlaşması ile yeni bir devlet düzeni kurulmuş. Home rule ile vergi, dışişleri ve savunma dışındaki alanlarda yerel parlamentoya yetki devri yapılıyor. Tabii ki asimilasyon baskısı bakımından kritik önemi olan kolluk kuvvetleri de yerelleşiyor. Ayrıca yetki devri yapılan konularda merkezden (Westminster) çıkarılacak yasalar yine burada da geçerli oluyor ancak uygulaması yerel hükümete bırakılıyor. Home rule ile özerkliğe dair anayasal bir güvence getirilmiş olmuyor. Birleşik Krallığın her iki kamarasının basit çoğunluğu ile her zaman geri alınabilir bir nitelikte olmakla beraber referandum ile açılan parlamentonun halkoyu olmaksızın kapatılması da demokrasiye ve hukuk mantığına aykırı görünmekte.

Yetki devirleri İngiltere’de, İskoçya’da ve Galler’de ulusal bilinci kuvvetlendirmiş. 1974’te İskoç Halkının %65’i kendini İskoç olarak nitelerken home rule sonrasında 2003’te bu oran %72’ye ulaşmış. Diğer bölgelerde fark bu kadar açık değil ancak kendini Britanyalı kabul edenlerin oranı giderek azalmış.

Kimliklerin tercih düzeyi ile ilgili 2011 tarihli anketi ilk sunumun sonunda ele alacağız.

Vatandaşlık Tanımı

Britanya’nın yazılı bir anayasası olmadığı malumunuz. Vatandaşlık tanımı 1981 Britanya Uyrukluk Yasası ile yapılmış. Bu yasadan önce Britanya’da doğan herkes (toprak esasıyla) vatandaş sayılıyordu. Bu yasaya göre ise iki durumdan birine uygun olan kişi Britanya vatandaşı olarak tanımlanıyor.

İlki doğum yoluyla vatandaşlık. Yani ebeveynlerinden birinin Britanya vatandaşı olması.

İkincisi, İngilizce, Galce, İskoç ve İrlanda dillerinden birini bilenlerden İçişleri Bakanlığınca uygun görülenler Britanya vatandaşı olabilir. Elbette bu şekilde sonradan vatandaşlığın ayrıntılı şartları var ancak kültürel kimliklerle ilgili tek şart dil ve siyasi otoritenin onayı.

Aynı ülkede olanları kapsayıcı bir vatandaşlık tanımıdır. Vatandaşlık şartı artık toprak esasına dayanmıyor ancak isim hala toprak atıflı.

Yasada Britanya vatandaşlığı üç kategoriye ayrılmıştır.

1- Britanya vatandaşlığı

2- Britanya’ya bağlı toprakların vatandaşlığı

3- Denizaşırı Britanya Vatandaşlığı

Hepsi istediğinde Britanya vatandaşlığı statüsü alabilir. Diğerleri ada dışında kalan fakat Birleşik Krallıkla farklı anayasal bağlara sahip ülkelerde yaşayanlar için bir çeşit çifte vatandaşlık statüsüdür.

Britanya’nın vatandaşlık konusunda dahi görülen bu esnekliği kültürel anlamda da tek bir ulusal kimliği benimsemeyi empoze etmemekte, en az çifte ulusal kimliğe sahip olunmasına olanak sağlamaktadır.

Sonuç olarak, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı’nda iki düzeyli kimlik görülmektedir. Britanyalılıktan sonra gelen, ikinci düzeyde görülen kimlikler tarihi olarak kültürel anlamda da siyasi anlamda da giderek güçlenerek var olmuş, ciddi düzeyde asimilasyon ile de karşılaşmamıştır. K. İrlanda’da Katoliklerin asimilasyon baskısı yaşadığı dönem ise bölünmenin hemen ardından gelen ve merkezi hükümetin elini bölgeden çektiği dönemdir. Buradan da şöyle bir önerme çıkarılabilir: Eskiden ülkede azınlık olan bir grup, ülkede yoğunlaştıkları bölgede egemen konuma gelmeleri halinde, hâlihazırda ötekileştirmiş oldukları ‘eskinin çoğunluğu olan yeni azınlığa’ karşı asimilasyon araçları kullanabilir. Bu nedenle milliyetçi söylemlerden uzaklaşılan anlayışın yerleşeceği döneme kadar merkezin denetimi, ayrılıkçılığın önlenmesine ve entegrasyona çalışması gerekir.

Yararlanılan Kaynaklar

Elçin Aktoprak, Devletler ve Ulusları: Batı Avrupa’da Milliyetçilik ve Azınlık Sorunları, Ankara: Tan Yay., 2010.

Doç. Dr. Adem Çaylak’ın Çağdaş Devlet Sitemleri dersindeki Büyük Britanya sunumu, Güz 2012.

http://en.wikipedia.org/wiki/United_Kingdom

http://tr.wikipedia.org/wiki/VIII._Henry

http://tr.wikipedia.org/wiki/Birle%C5%9Fik_Krall%C4%B1k

http://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_Britanya_Krall%C4%B1%C4%9F%C4%B1

[1] Konu hakkındaki okumalar kısa bir süreye sıkıştığı için notlarımı gerekli özeni göstererek derleyemediğimi üzülerek itiraf ediyorum. Bu nedenle tam sayfa numaraları içeren dipnotlar ile referans veremediğimden yararlanılan kaynakları belgenin sonuna eklemekle yetindim.

[2] 1993 Downing Street Deklarasyonu’nun ayrıntıları ve Britanya’nın kullandığı dil önemli olduğundan detayına göz atmanızı tavsiye ederim. Bkz. Elçin Aktoprak, Devletler ve Ulusları: Batı Avrupa’da Milliyetçilik ve Azınlık Sorunları, Ankara: Tan Yay., 2010, s.212-213.

Print Friendly