Rusya’nın “Değişim Yöntemi” Üzerine…

Suriye sınırımızın tehlikeli ortamında sınırı aşan ve düşürülen bir savaş uçağının Rusya Federasyonu’na ait olduğu ortaya çıktıktan sonra bu ülkenin Türkiye politikası önemli bir konu başlığı halini aldı. Yazının konusu da bu, fakat farklı bir odağa sahip. Bu yazı, çeşitli medya ortamlarında bulunabilen olay detayları ve muhtemelen TV’lerde bolca konuşulan doğalgaz, ticaret, turizm, askeri eylemler vesaire hakkında öngörüler içermiyor. Tarafların söylem ve eylemlerini az çok takip edenler için bazı öngörülere dair öncüller sağlayabilir.

Mesele iki devletin Suriye politikalarının “değişmemesinden” kaynaklandığı için, önce barışla savaş arasında iki politik “değişim” yöntemi çerçevemiz olacak. Sonra Rusya Federasyonunun Suriye politikası ve ardından Türkiye politikasının bu çerçevede bir yorumunu bulacaksınız. Yazının sonunda gelecekte Türkiye – Rusya Federasyonu (RF, Rusya) ilişkilerinde nelerin mümkün olduğu hakkında çıkarımlarda bulunabilirsiniz.

Uluslararası Politikanın İki Temel Değişim Aracı

Uluslararası İlişkilerin aktörleri, gelecekte umdukları faydaları artırmak ve çekindikleri zararları önlemek amacıyla güçleriyle orantılı şekilde çeşitli politikalar üzerine etkili olmaya ve bazen önemli değişimler sağlamaya çalışır. Bu tür çabalarda sonuç almaya dönük iki ana yöntem kullanır.

Birincisi,  tarafların -az çok büyüklüğünü bildiği- güçlerini saklı tutarak (ve güç kullanımından doğacak sonuçların bilincinde olarak) bir masa etrafında toplanıp görüşerek sonuç almaya çalışmasıdır. Buna “pazarlıklar yöntemi” diyebiliriz. Adından anlaşılacağı üzere görüşmeler bir çeşit pazarlıktır, herkesin bir kısım arzularına ulaşırken bir kısmından da feragat ettiği sonuçları olur. Ortamdaki üç unsura göre; (saklı tutulan o) güçlerin dengesine, zamanın “ahlak” ve “uluslararası hukuk” anlayışına göre kazanım-taviz çerçeveli bir takım değişimlere karar verilerek karşılıklı farkındalık, rıza ve anlaşma ile barışın bozulmaması sağlanır. Burada, kullanılma imkanı olan gücün rolü inkar edilmez fakat güç, açıkça boyun eğdirmeye yönelik olarak ortaya çıkmamıştır.

İkincisi, pazarlıklar dışında kalan, bazen daha doğrudan sonuç almayı sağlayabilen fakat ciddi bedelleri olan güç ağırlıklı politikalardır. Tarihte buna “savaş” deniyordu, uzun zamandır ise savaş olarak bildiğimiz eylemden farklı “güç kullanımı” biçimleri söz konusudur. Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması “güç kullanımı” ile silahlı kuvvetlerin operasyonlarını kastetse de pratikte devletler çeşitli diplomatik ve ekonomik araçlarla ve savaşa varmayan askeri araçlarla da esasen “güçlerini” kullanır. BM’nin dar anlamlı güç kullanımı yerine bu tür yöntemlere “güç ağırlıklı politikalar” diyeceğim. Yani, uluslararası ilişkilerde etkili olmak ve değişim sağlamak için kullanılan ikinci temel yöntem güç ağırlıklı politikalardır. Bu yöntem barışın resmen ortadan kalktığı savaşı kapsar. Karşılıklı askeri yıkımlara varmadığı sürece diğer güç ağırlıklı politikalara hukuken savaş denilmese de de facto olarak barışın bozulmasından söz edilebilir. Temel fark şudur: Değişim, sonuçlar hakkındaki karşılıklı farkındalık ve rıza değil, boyun eğdirme neticesi olarak sağlanır.

Bu iki yöntem çerçevesinde Rusya Federasyonu’nun Suriye politikasını nasıl yorumlayabiliriz?

Irak müdahalesinde (2003) Amerikan politikalarına karşı çıkmayarak bir çeşit “güçsüzlük gösterme”, “Irak’ta kaybetmiş olma” arka planıyla 2007’deki Münih Güvenlik Konferansında artık daha uyumsuz olacağı anlamına gelen yeni söylemini inşa eden RF, 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya bölgesini, 2014’te Ukrayna’nın Kırım bölgesini işgal ederek tek taraflı güç kullanımı içeren politikalar izledi. Rus “ulusal karakteri”nin1Bir ulusun diğerinden farklı olmasını sağlayan, onun yapısında sık sık ortaya çıkan entelektüel ve karakteristik nitelikler “ulusal karakter” olarak adlandırılır. Devletin siyasetini formüle edenler ulusal karakteri meydana getiren entelektüel ve moral niteliklerin izlerini taşıdığı için bunlar politikalara da yansır. Bkz. Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Gen. 4. Baskı, İstanbul: Alfa, 2001, ss.94-95 diplomatik dille ifade edilemeyen bazı tarihi unsurlarını taşıyan bu yeni yaklaşım Suriye politikasında da kendini gösterdi. RF bilinen somut çıkarları adına Suriye’nin yeni dönemine ilişkin değişimde birinci yöntemin işlerliğini sağlamak yerine “küresel güvenlik konularında söz sahibi olma” anlayışlı yükselen bir küresel güç rolünde statükoyu korumayı tercih etti. Tüm değişim taliplerine meydan okuyan RF somut çıkarlarının gereğinin çok üzerinde güç ağırlıklı politikalara yöneldi. 2“Çıkarların gereğinin üzerinde” yorumunu artırmayı düşünürseniz, RF Dış İşleri Bakanlığına bağlı Enstitüde çalışan ve ülkesinin “sonuçları iyi hesaplanmamış yeni bir uluslararası maceraya” sokulmasından bahseden Rus Uluslararası İlişkiler Profesörü bile bulabilirsiniz. Başka bir ifadeyle, Rusya umduğu faydalar ve çekindiği zararlar bakımından, pazarlıklar yöntemiyle gözden çıkaracakları ve elde edebileceklerine nazaran daha zarar verici bir yöntemle hareket ediyor diyebiliriz.

İlk yöntemi öncelediği yönündeki diplomatik söylemin aksine davranışla Rusya’nın BM Güvenlik Konseyinde, Viyana Konferanslarında ve ikili görüşmelerde çözüm yollarını tıkayan azınlığın başını çektiği açıktır. Rusya’nın, “ahlaken” ve “hukuken” sivil katliamının sorumlusu olan tarafa başlangıçtan beri askeri –ve bağlantılı olarak mali- “gücü” ile destek vererek Suriye’deki krizi tırmandırdığını, devamında silahlı kuvvetlerini kullanıp her türlü maliyete rağmen güç ağırlıklı politika kararını ilerlettiğini de açıkça ifade edebiliriz. Yalnızca Suriye’nin kimyasal silahları meselesinde anlaşmaya yönelen, bu politikayla da koruduğu sorumlulara yönelik haklı görülecek bir uluslararası müdahaleye engel olan Rusya’nın bölgede ve uluslararası kamuoyunda olumlu algılanan bir aktör olduğunu söyleme imkanı yoktur. Rusya’nın adeta “hayati çıkarları” varmış gibi yüksek maddi ve algısal (uluslararası imaj) maliyetlerine katlanarak (Rus ulusal karakterine dayanan daha geri bir anlayışla) güç ağırlıklı politikasını devam ettirdiği söylenebilir. 3Ulusal karakter gibi soyut bir sebebin yüksek maliyete rağmen neden dış politikada etken olabileceğinin cevabını merak ediyorsanız daha sonra buradaki Akılcılık, Değerler ve Dış Politika başlıklı yazımı okuyabilirsiniz.

Rusya Federasyonunun Türkiye Politikası

Ekim 2015 itibariyle yaşananları yorumlarsak RF’nin, Suriye politikasına eklemleyerek Türkiye politikalarında da aynı yaklaşımı göstermeye başladığını söyleyebiliriz. Rusya’nın ilişkileri pazarlıklar yöntemiyle değil güç ağırlıklı politikalar üzerinde devam ettirmek suretiyle Türkiye’ye Suriye politikasında boyun eğdirme amacına yöneldiği görülüyor. Ki bu anlayış, karşı tarafta değişim sağlamanın daha tehlikeli bir yolu. Güç ağırlıklı politikalara yönelerek gerçekleştirilen tırmandırma, sonucunu iyimser olarak kestirmenin zor olduğu, arzu edilmeyen bir araç.

Rusya’nın Türkiye politikasının Suriye bağlantılı devam edeceğini kestirmekse zor değil. Dolayısıyla artık Rusya’nın Türkiye’ye yönelik tutumunun olumlu yön kazanması olasılığı, Suriye bağlantılı olarak her iki ülkeye yönelik atılan adımlardan gerileme olasılığı ile orantılı diyebiliriz. Peki bu ihtimal hakkında ne söyleyebiliriz?

Güç ağırlıklı politikaların başarısızlığı veya gerilemesinden kaynaklı olumsuz duygular, pazarlıklara dayanan ve –aslında kazanımlarla beraber gerçekleşebilecek- taviz ve gerilemenin oluşturacağı duygulara göre travmatik olabilir. Bunu göz önünde bulundurursak, RF’nin kendi beklentilerine dayanan değişimi sağlamada kendi bakış açısına göre umduğu başarıyı elde edememesi durumuna tahammül yerine güç kullanımını artırmayı makul gören bir duygu durumuna girmesi muhtemeldir. Rusya’nın her iki ülke politikasında da gerilemeyi tercih etmesi kolay değildir. Türkiye bu açıdan sadece edilgen değildir ancak ne yaparsa yapsın Rus politikasının yön değişimi için Rusların duygu durumu temel etken olarak görülmelidir.

RF’nin Türkiye politikasının kısa süreli bir tepkisellik taşıdığı anlamında yorumlar da yok değil. Elbette RF, güç ağırlıklı politikalarının herhangi bir noktasında –belki de gerçekten kısa süre sonra- pazarlıklar yaklaşımını olumlayan bir anlayış geliştirebilir, ama bu ihtimalden şüpheliyim. Tepkili bir durum bir olay olur ama bir söylem bir politika gelişmez. Çünkü dış politik söylemler uzun dönemli olasılıklar göz önünde bulundurularak oluşturulur, ilgili konuda belirli bir politik davranış beklentisi sağlayan tutumlar inşa eder. Dolayısıyla söylemler ve politikalar kısa aralıklarla değişime uğramaz (değiştiğinde de uzun dönemli yeni bir politik tutum inşa edildiği anlamına gelir.) Güç ağırlıklı politikalara başladıktan sonra kazanım-taviz esnekliğine dönüşü sağlayan bir söylem düşük bir ihtimal sayılmalıdır. Bu nedenle RF’nin Türkiye politikasının olumlu bir çerçeve edinmesi uzun dönemli bir beklenti olabilir. Bence, Rus “ulusal karakteri” nedeniyle bu beklentinin fazla büyütülmemesi yerindedir.

Son yorumlara gelirsek… Uzun zamandır TV izlemiyorum, yine de konuşulduğunu tahmin ettiğim olası senaryolar hakkında bir şey özetlemek gerekirse, felaket tellallarına prim vermeye lüzum yok fakat Rusya ile barışın bozulduğu durum oldukça uzun sürebilir.

Zaten Rusya ile Suriye ve Kırım konularındaki ciddi anlaşmazlıklara rağmen bu durumun sorun olmadığı tiyatrosu oynanıyordu. Şimdi olan biten “iyi” değil ama “samimiyetsiz” de değil, sorunların üzerini örtmüyor. Aradaki problemli konular daha açık ifade ediliyor ve umarım bu açıklık, uzun vadede taraflar masaya döndüğünde “problemin tanımlanması” anlamında çözüme başlangıç teşkil eder.

Bu yıl boyunca yaşanan Suriye bağlantılı krizler artık çoğu aktörü doğrudan etkileyen, kaçınılamayan bir hal almıştır. Bunlardan biri olan Türkiye-RF krizi de Suriye’de çözüme yönelik uluslararası adımların hızlanmasını sağlayabilir.

Print Friendly

Atıflar

1. ^ Bir ulusun diğerinden farklı olmasını sağlayan, onun yapısında sık sık ortaya çıkan entelektüel ve karakteristik nitelikler “ulusal karakter” olarak adlandırılır. Devletin siyasetini formüle edenler ulusal karakteri meydana getiren entelektüel ve moral niteliklerin izlerini taşıdığı için bunlar politikalara da yansır. Bkz. Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Gen. 4. Baskı, İstanbul: Alfa, 2001, ss.94-95
2. ^ “Çıkarların gereğinin üzerinde” yorumunu artırmayı düşünürseniz, RF Dış İşleri Bakanlığına bağlı Enstitüde çalışan ve ülkesinin “sonuçları iyi hesaplanmamış yeni bir uluslararası maceraya” sokulmasından bahseden Rus Uluslararası İlişkiler Profesörü bile bulabilirsiniz.
3. ^ Ulusal karakter gibi soyut bir sebebin yüksek maliyete rağmen neden dış politikada etken olabileceğinin cevabını merak ediyorsanız daha sonra buradaki Akılcılık, Değerler ve Dış Politika başlıklı yazımı okuyabilirsiniz.